Bir insanı sevmeyi istemekle, sadece elde etmeyi istemek arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz? Aşık mı olmak istiyorum yoksa sadece kendimi tatmin etmek mi tüm derdim, hiç bilmiyorum…
En son ilişkimde çok iyi öğrendim sevilmenin ne demek olduğunu, bunca yıldır sevilmeyi her zaman ön plana koymuşken, bir insanın başka bir insanı irili ufaklı her parçasıyla kabul etmesini, her parçamla kabul görmeyi yaşamışken; yani kendi teorimde bir ilişkideki pik noktasındayken bitirdim her şeyi, kendi kurallarımı, kendi yazdıklarımı yine ben çizdim, bozdum. Çünkü sevgisiz ve anlayışsız soğuk birisine dönüşmeye başlamıştım, ufacık hatalar gözümde kocaman bir hal alıyordu, büyük jestlerse ufaldıkça ufalıyordu. Kendimi karşısındaki saf bir insanın duygularını sömüren parazit bir canlı gibi hissediyordum. Kendimden soğudum ve sevmekten, sevilmekten, her şeyden…
Ve kendime bir söz verdim, bundan sonra yaşayacağım ilişki bir öncekinin tam tersi olacaktı. Çünkü onda epeyce bir başarısız olmuştum… Bu sefer öncelikle sevecektim! Ama bir noktayı kaçırmıştım gözden, sahiden sevmeyi biliyor muydum ben?
Aradığımı beklediğimden daha kısa bir sürede buldum, ya da bulduğumu zannettim… Çocuksu bir inançla karşımdaki insanın benim için doğru olduğuna karar verdim bir anda. Yine ve yeniden her şey “bir” anda oluvermişti. Yine hemencecik bir masal yazmış ve mutlu sonla bitirmiştim. Tabii ki şaşırtmıyor hayat, bir sonraki anda acı gerçeklerle sarsarak uyandırıyor insanı derin düşlerden.
O kadar zor ki anı yaşamak, anı anda yaşamanın keyfine tam o “anda” varmak… düşünüyorum, keşke bir dakika daha uzun baksaydım gözlerine diye, keşke bir dakika daha az oyalansaydım birbirimizi daha “yakından” tanımak adına gerçekleştirdiğimiz zaruri gereksiz sohbetlerde. Çünkü ben bu sefer inanmıştım sevebileceğime, bilmiyorum belki de fazla zorladım kendimi. Fazla inandım aşkın gücüne.
Ama boş çıktı tabii ki, ne sen benim için yaratılmışsın, ne de ben… Bir anda ,senden habersiz tabii, yakmaya karar verdiğim bütün gemilerin karşısında, seni elin boş, gönlün boş gördüğümde uyandım kendi yazdığım naif masaldan. Biliyorum suçun büyük kısmı da benim… İçimde fırtınalar kopsa da, belli etmiyorum aşka olan sonsuz ihtiyacımı, bütün duygularımı içime hapsedip bir kaya gibi duruyorum karşında.
Nasıl birbirimiz için yaratıldığımıza dair bir masal yazdıysam ilk anda, en ufak bir tümseğe takılınca da hemen iliştiriveriyorum en mutsuz sonlusundan başka bir hikaye, zihnimin arka ceplerine.
Evet biliyorum, ne haltlar yediğimi ben de çok iyi biliyorum… ama güvenemiyorum işte insanlara. Güvenemiyorum sana… Bir anda hep yanında olmak isterken, hemen ertesinde en uzaktaki limanlara sarılmak istiyorum, içimde kalan saf, körpe duygularımın canını acıtmayayım diye… sen de işimi kolaylaştırmıyorsun tabii ki, farklı değilsin ki benden, kim bilir nasıl yaralar saklıyorsun derinlerinde, neleri göstermekten korkuyorsun…
Bu noktada bir cevap dolanıyor zihnimde : belki de biz sevmemeliyiz birbirimizi. İyice inandırıyorum kendimi buna, sonra bir anda vazgeçiyorum; her ne kadar sen farkında olmasan da bizim için, daha “biz” bile olamamışken devam etmemiz için bin birinci şansı veriyorum sana. Ve senin yine ellerin ceplerinde, habersiz, umursamaz tavrın devam etmekte…
Tamam diyorum, anladım ben bitiremeyeceğim bu ilişkiyi o zaman sen bitir (yine tabii ki kendi kendime konuşuyorum), her ne kadar tereddütte kalsam da yazmıyorum etmiyorum sana. İnsan sevdiğinin yokluğuna dayanamaz diye düşünüyorum. Cevap vermesen bana, herhangi bir şey yazmasan, bu son konuşmamız olacak; ikimiz de biliyoruz bunu. Her ne kadar kırılmamak için kendimi bunun tersine inandırmaya çalışsam da, anlamlandıramadığım derecede yoğun bir şekilde senden anlamlı bir dönüş almayı bekliyorum içten içe. Gelmiyor, ben de bu noktadan sonra artıl gelmez diyorum, yavaştan vazgeçiyorum..
Tam o sıralarda bana tamamen alakasız bomboş bir konu hakkında yazıyorsun, görmüyorum… kaderin cilvesi ya demekki benim seni düşündüğüm zamanda sen de beni düşünüyormuşsun, ama tabii ki de benim seni düşündüğüm gibi değil. Hiç umduğum gibi değil…
Ben sana yazmakla yazmamak arasında kararsız kalıyorum ve sonuncusunda ben üstelediğim için bu sefer üstelememeye karar veriyorum. Söylediğim gibi o sırada sen bana yazmışsın, görmüyorum. Bir gün geçiyor aradan, tesadüfi fark ediyorum. Yüreğim pır pır, yüzümde aptal bir gülümseme… “salak diyorum” kendi kendime “gördüğüm en salak insansın!” . Söylediğim gibi bomboş bir içerik, ve dünya bir anlığına duruyor, sarsıntıdan olsa gerek o saçma mesajdan (bir caps) bile mutlu olabilecek kadar aptallaşıveriyorum bir an. Sonunda yine kısa anlamsız bir sohbet, karşılıklı gülüşler ve sükunet ve perde kapanır….
Kıyaslamaya başlıyorum hemen bir önceki ilişkimle şu anda içinde bulunduğum durumu, daha öncesinde bunun yarısı için bile büyük tartışmalar çıkartırken, şimdi bir kedi yavrusu gibi şevkat beklerken buluyorum kendimi. Anlamlandıramıyorum…
Gerçekten seviyor muyum?
Elde etme arzusu ile mi yanıp tutuşuyorum
Yoksa yaptıklarım için kendimi de benzer bir duruma zorla sokarak kendimden intikam mı almak istiyorum
Anlamıyorum
Belki de biz sevmemeliyiz…